25 Ocak 2012 Çarşamba

Hikem-i Ataiyye 5

26. Sır karanlığında ne varsa zahir aydınlığında o görülür.





Açıklama: Zahir, bâtının göstergesidir. İnsanın sırrında (kalbinde) ne varsa dışarıya o yansır.





Bir atasözünde: “Dervişin zikri neyse fikri odur” denir.


İnsanın zahirî fiilleri kalbe bağlıdır. Şayet insanın sırrında merhamet, hayır, tevazu, hilm, kerem, marifet, kanaat gibi güzel huylar varsa zahirinde onların eserleri görülür.


Kasavet, şer, cehalet, cimrilik, gaflet, kibir, hırs, inat gibi kötü vasıflar varsa dışında da onun eserleri görülür.





Rivayete göre bir adam Davud’a (a.s) bir çok hakarette bulunduğu halde o, adama güzel karşılık veriyordu. Sebebi sorulduğunda,


“Herkes içinde olanı izhar eder. Ben o adam gibi konuşmam. Benim içimde o cins şeyler yok” dedi.





Cenâb-ı Mevlâ (c.c), iffetinden dolayı fakirliğini söyleyemeyenler hakkında Habib’ine (s.a.v),


“Sen onları simalarından tanırsın” buyurmuştur (Bakara 2/273).




27. Hak’la istidlal ile Hakk’a istidlal arasında çok büyük fark vardır. O’nunla delil getiren hakikati ehlinden öğrenir ve işi kökünden halleder. O’na delil getirmek ise O’na daha ulaşılmadığındandır. Yoksa O ne zaman kaybolmuş ki bulunsun ve ne zaman uzak olmuş ki eserler O’na ulaştırsın.

Açıklama: Delil getirmenin iki yolundan biri; müessirden esere gitmek, diğeri ise eserden müessiri bulmaktır.

Allah’ı(c.c) tanıyan O’nun kadîm olduğunu, hakiki mevcudun O olduğunu, O’nun dışındakilerin hadis olup, mevcudiyetlerinin ferî olduklarını bilir. Sonuca gitmesi daha kolay ve ilmi daha kesindir. Eserlere bakarak O’nu arayan (tanımaya çalışan) ise O’ndan uzak demektir.


28. “Zenginlik sahibi zenginliğinden infak etsin.” (Talâk (55/7) sözü ulaşmışlar içindir. “Kimin rızkı az ise” (Talâk 65/7) sözü ise sâlikler içindir.

Açıklama: Hakk’a ulaşmış arifler görmüş oldukları sır hazinelerinden fasih ve beliğ bir şekilde infak edebilir. Halka nasihat edip, onları irşat edebilir. Çünkü onlar eşbah âleminden ervah âlemine (veya mülk âleminden melekût âlemine) yükselmişlerdir.

Şâirler (daha ulaşmamış yolcular) ise henüz madde âleminde mahpustur. Onun kendi nefsini ıslah ve kalbini tasfiye ile uğraşması gerekir. O daha infak edecek (manevî sırlardan bahsedecek) kadar zenginleşmemiştir. Arifler gibi fasih ve beliğ bir şekilde manevî sırlardan konuşmaya ehil değildir.

• O’na gidenler, teveccüh nurlarıyla hidayet bulurlar. Ulaşanların ise muvacehe nurları vardır. Birinciler nurlara muhtaçtır. Ulaşanlar ise, nurlar onlar içindir. Çünkü onlar Allah’tan (c.c) başka hiçbir şeye muhtaç değildir. “Allah de geç. Sonra onları daldıkları şeyde oynar halde bırak” (ENAM 6/91).

Açıklama: Mürid, seyrine devam ettiği müddetçe ibadet ve taat nurlarıyla yolunu bulur. Seyr esnasında bu nurlara muhtaçtır. Şühud makamına ulaştığında ise muvacehe nurları hâsıl olup onun mülkü olurlar. Artık nurlar onu hiç bırakmaz. Çünkü o artık Allah’ı (c.c) bulmuş, O’nun müşahedesi altına girmiştir. Nurlara ihtiyacı yoktur. O nurları değil, nurlar onu takip eder.
Şeyh (r.a) sonra Enam süresindeki âyeti hatırlatarak, “Kalbinizden Allah’ı (c.c) zikredip, devamlı O’nunla olun, O’nun dışındakileri terkedin, O’ndan gafil olanları bırakın hevalarında ve gafletlerinde bocalayadursunlar” diye nasihat etmiştir.


29. Sende gizlenmiş ayıpları arzulaman, senden gizlenmiş olan gaipleri arzulamandan hayırlıdır.

Açıklama: Üç çeşit ayıp vardır:
a) Nefsin ayıbı: Cismanî şehevata taalluk eden ayıplardır. Yeme, içme, giyinme, binek, mesken, cinsî istekler gibi…
b) Kalbin ayıbı: Kalple alâkalı şehvetlerdir. Şöhret ve riyaset sevgisi, kibir, haset, kin, husumet, ucub gibi…
c) Ruhun ayıbı: Bâtınî zevklere taalluk eden ayıplardır. Keramet ve makam talebi, köşkler ve huriler iştiyakı gibi…

Mürid, keşif, keramet gibi gaybî şeylerin peşine düşeceğine kendinde gizlenmiş olan haset, kibir, şehvet, ucub, rızık endişesi, fakirlik korkusu gibi ayıplarıyla ilgilenmeli, onları tesbit etmeye çalışıp, tedavisiyle uğraşmalıdır. Gayb ile meşgul olmak ise fuzûlî olup, bazen insanın helakine bile sebep olabilir.

30. Hak (c.c) perdelenmiş değildir. Perdeli olan senin gözündür. Çünkü O perdelenmiş olsaydı, O’nu perdeleyen şeyin O’nu örtmesi gerekirdi. O’nu örten şey O’nu kuşatmış demektir. Bir şeyi kuşatan ise o şeye (kahir) üstündür. Oysa, “Kulları üzerinde üstün olan O’dur” (Enam 6/18).

Açıklama: Bir şeyin Allah’ı (c.c) kuşatıp, perdelemesi muhaldir (düşünülemez). İnsanlar aslında O’nu görüyorlar ama bilmiyorlar. Balıklar denizde ama denizin farkında değiller.
Allah (c.c) mahcup (bir şeyle perdelenmiş) olsaydı o şey hâşâ O’na kahir (üstün) demek olurdu. Oysa Allah (c.c) kulları üzerinde kahirdir.
Allah’ın (c.c) kulları üstünde kahir oluşu mekân hasebince değil, kudret ve yücelik hasebiyledir.


31. Beşerî vasıfların içerisindeki kulluğa münafi bütün vasıflardan çık ki Hakk’ın nidasına icabet edebilesin ve huzuruna yakın olabilesin.

Açıklama: Beşerî vasıflar içerisinde merhamet, tevazu, cömertlik, haya gibi mahmud (güzel) vasıflar olduğu gibi kasavet, kibir, cimrilik, şehvet, haset, ucub gibi mezmum (kötü) vasıflar da vardır. Rabbin, “Ey kulum” dediğinde, “Lebbeyk yâ Rabbi” diyebilmen ve O’nun huzuruna çıkabilmen için bu çirkin vasıflardan kurtulmuş olman gerekir.


32. Her masiyet, gaflet ve şehvetin aslı, nefsi görmektir. Her taat, huzur ve iffetin aslı ise, nefsi beğenmemektir.

Açıklama: Nefsinden razı olan, ahvalini güzel görür. Nefsini beğenmeyen ise ona kötü gözle bakar ve ayıplarını araştırır. O halde mürid nefsini devamlı itham etmeli, onun hiçbir halini hoş görmemeli ve içinde gizlenmiş olan kötülükleri araştırmalıdır.
Yusuf (a.s) dahi peygamber olduğu halde,
“Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis elbette kötülüğü emredicidir” (Yûsuf 12/53). dediği halde akıllı bir kişinin nefsinden razı olması nasıl doğru olabilir?

Serî es-Sakatî (k.s) der ki:
“Allah’ı tanıyan rahat yaşar. Dünyaya meyleden sıkıntı çeker. Ahmak, sabah akşam boş şeyle (ne dünya ne de âhiretine fayda sağlayacak işlerle) uğraşır. Akıllı, devamlı nefsinin ayıplarını araştırır.”
• Nefsinden razı olmayan bir cahille arkadaşlık etmen, nefsini beğenen bir âlimle arkadaşlık etmenden hayırlıdır. Nefsini beğenen âlimin ne ilmi var? Nefsini beğenmeyen cahilin ne cahilliği var?
Açıklama: Nefsini beğenmeyenle arkadaşlık sırf hayırdır. Nefsini beğenenle sohbet ise sırf serdir. Arkadaşlıkta sirayet vardır. Yani insan sohbet ettiği kişiden huy kapar.
Nefsini tanıyan Rabbini tanır. Rabbini tanıyan cahil olmaz. Allah’a (c.c) ulaştıran cehalet hakikatte ilimdir. Allah’tan uzaklaştıran ilim ise ilim değil, aslında cehalettir. Çünkü ilimden maksat Hakk’ı bilmektir. Nefsini görüp Haktan uzaklaşanın ne ilmi vardır?


33/34. Basiret ışıkları O’nun sana yakınlığını gösterir. Basiret gözü O’nun varlığında senin yokluğunu gösterir. Basiretin hakikati ise O’nun varlığını, senin ise ne var, ne yok olduğunu gösterir. Allah vardı, O’nunla beraber ikinci bir şey yoktu. Ve her şey, hâlâ önceden olduğu gibidir.

Açıklama: Hiçbir şey yok iken O vardı. O şimdi eskiden olduğu gibidir.

İnce nurları görmede basiret beş kısımdır:

a) Kör olan veya nuru inkâr edenin görmesi.
Böyle bir kişinin latif nurları görmesi mümkün değildir. Bu kâfirin nazarıdır.
“Yalnız gözler kör olmaz, lakin göğüslerdeki kalpler de kör olur (hakikati göremez) (Hac 22/46).
b) Görüşü (idraki) zayıf olanın basireti.
Bu da bir (kalbî) hastalık gibi sebeplerle nuru tam görememe halidir ki bu da avam tabakasının nazarıdır.
c) Nuru görmüş, fakat nurun şiddetinden gözlerini açamamış olmak. Buna “basiretin ışıkları” denilir ki Hakk’a yönelenlerin nazarıdır ve Hakk’a yakınlaşmanın göstergesidir. Buna “ilme’l-yakîn” denilir.
d) Gözlerini açmış, nuru görmüş, fakat orada nurdan başka bir şey olduğunu düşünmemiş. Buna “ayne’l-yakîn” denilir ki bu makamda mürid kendinin olmadığını, Allah’ın (c.c) olduğunu görür.
e) Basiretin hakikati ise sadece Allah’ın (c.c) varlığını gösterir. Mürid, kendisinin olup olmadığını dahi bilmez, (Oysa bir öncekinde kendinin yokluğunu biliyordu). İşte “hakka’l-yakîn” denilen basiret budur.


35. Himmetinin niyeti O’ndan başkasına geçmesin. Çünkü emeller Kerîm olanın yanında zayi olmaz.

Açıklama: Cenâb-ı Hak (c.c) kerem sahibidir, cömerttir ve her şeye kadirdir. İstenmeyi sever ve isteyene verir. O halde istenmeye lâyık olan O’dur. O varken âcizlerden isteme, başkasına ümit bağlama.


36. O’nun sana gönderdiği haceti başkasına yükseltme. O’nun sana layık gördüğü şey başkasına nasıl arzedilebilir?

Açıklama: Ebû Ali ed-Dekkak (r.a) demiştir ki:
“İhtiyacını Allah’tan (c.c) başkasından istememek marifet alâmetlerindendir. Bu ihtiyaç ister büyük olsun (ki Hz. Musa’nın, “Yâ Rabbi! Bana kendini göster de sana bakayım”, demesi gibi…), isterse de küçük olsun (yine Hz. Musa’nın: “Ya Rabbi! Bana vereceğin en ufak bir hayra ben muhtacım” diyerek ekmek istemesi gibi…).

Allah’ın (c.c) sana verdiği yoksulluk, sıkıntı vs. ihtiyaçlarını giderebilmek için yine O’na sığın, yine O’na yalvar. Başkasına iltifat etme. Çünkü başkasından istemek Allah’ın (c.c) sana takdir ettiği hükme saygısızlık olur ve insanın hayasının azlığına delâlet eder.”

Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî (k.s) demiştir ki:
“Ben kendimin dahi bana fayda vermesinden ümidimi kestim. Başkasından nasıl fayda beklerim? Allah’ın (c.c) ise başkasına bile lütuf edeceğinden umutluyum. Bana lütfetmesinden nasıl umutsuz olabilirim?”

• Kendi ihtiyaçlannı ortadan kaldırmayan, başkasının ihtiyaçlarını nasıl giderebilir ki?
Açıklama: Kendi nefsinin ıslâhından âciz kişi başkalarını ıslah edemez. (Veya) Allah’tan (c.c) başkasına itimat eden (ihtiyaç hisseden) aldanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder